Bir önceki çok önemli konumuz, soğan doğrarken neden ağlamadığımızdı. O yazımızın başında ağlamanın tarihinden ve göz boşuklarımızdaki 3 bezin, 3 farklı kimyasal yapıdaki gözyaşını nasıl ürettiklerinden bahsetmiştik.

 

Kaynak: D. Sharon Pruitt (Compfight tarafından sağlandı)

Bu 3 farklı gözyaşının ilki, göz yuvarlağımıza yapışıp tutunmada iyiydi. İkincisi çoğunlukla sudan oluşuyor ve protein, antibiyotik ve mineraller bakımından zengindi. Üçüncüsü ise daha yağlı ve gözyaşı tabakasındaki nemin buharlaşıp gitmesini önleyici bir yapıdaydı.

Rastlantısal olarak, 3 farklı gözyaşı sıvısı bulunmakla birlikte, 3 farklı ağlama türü bulunmaktadır. Ağlama türlerini, sebeplerine göre sınıflandırırız.

Bunlardan ilki normal, koruyucu nitelikteki temel (bazal) gözyaşlarıdır. Mikroskopik boyutlardaki bir toz tanesi göz yuvarlağınıza konduğunda, bu tür gözyaşları salgılanır ve tozu uzaklaştırır. Bu koruyucu gözyaşları genel olarak göz yuvarlağını nemli tutar ve korur.

İkinci olarak, refleks gözyaşları vardır. Daha büyük boyutlardaki taneciklere, gazlara ve çok parlak ışık gibi diğer tahriş edici etmenlere karşı salgılanırlar. Ayrıca, çok acı bir şey yediğinizde de ortaya çıkarlar.

Son olarak ise, psikolojik de diyebileceğimiz, duygusal değişim sonucu ağlama sırasında ortaya çıkan göz yaşlarımız gelir. Bu ağlama türü insan türüne özgüdür. Üzücü veya mutluluk verici durumlarda ortaya çıkabildikleri gibi, öfke, hüsran, vicdan azabı, sizi ağlatmak için özellikle çekilmiş film sahneleri ve benzeri yoğun duygusal durumlarda da salgılanırlar.

Yaygın olarak iddia edilir ki, duygusal gözyaşları 3 kimyasal maddeyi de daha büyük oranda içerir.

Ancak, bu  araştırma 1980’lerin başında biraz yetersiz ekipmanla yapılmıştı; son dönemlerde çok daha hassas ekipmanlarla yapılan araştırmalar durumun pek de öyle olmadığını göstermiştir.

Adı geçen bu 3 kimyasal, prolaktin (süt üretimiyle ilgili bir hormon), ACTH (Stres ile ilgili bir hormon) ve lösin enkefalindir (yapısal olarak morfin ile benzeşen doğal bir ağrı kesici).

Duygusal ağlama çok özel bir olaydır. Bebekler, çocuklara göre daha sık ve daha uzun ağlarlar. Çocuklar yetişkinlerden çok, kadınlar ise erkeklerden daha çok ağlarlar.

Şu bir gerçektir ki, hepimiz geceleri ve soğuk iklimlerde daha çok ağlarız. Anne ve babalar, bebeklerin ağlamasına çok daha hassas iken, çocuk sahibi olmayanlar daha fazla kayıtsız kalırlar hatta farkına bile varmazlar.

Batı toplumunda, doğum, düğün ve cenazeler ağlamanın genel kabul gördüğü olaylardır.

İnsanların duygusal sebepler yüzünden neden ağladıklarına ilişkin bir çok teori bulunmakta, fakat hiçbiri tüm cevapları bize sunmamaktadır. Bu teoriler, göz boşluklarımızdaki gözyaşı bezlerinin neden beynimizdeki duygusal merkezlere bağlı olduklarını açıklamaya çalışırlar.

İlki, toksinlerden kurtulma teorisidir. Bu teori, toksinlerden arınmak için gözyaşı salgıladığımızı iddia eder.

Bu teoriyle ilgili ilk problem, ağlamanın vücudumuzdan madde atımı için verimsiz bir yöntem olmasıdır. Örneğin, bağırsak çok daha fazla maddeyi vücuttan uzaklaştırmamızı sağlar. İkinci problem ise, iddia edilen toksinlerin aslında vücuttan atılmıyor oluşudur. Gözlerimizin alt-iç tarafındaki minik delikler fazla gözyaşının geniz ve burun yollarına taşınmasını sağlar. Burada gözyaşları mukus zarına konar ve pekala tekrar emilip vücudumuza katılırlar.

Bir diğer ve biraz daha iyi teori ise ağlamanın bir iletişim metodu olduğunu ileri sürmektedir. Bebekler ve henüz konuşamayan çocuklar iletişim kurmak için muhakkak ağlarlar. Gözyaşları, ebeveynlerine birşeylerin eksik veya yanlış olduğunu ve hemen harekete geçip bir şeyler yapmaları gerektiğini anlatır.

Ancak biz yetişkinlerin ağlaması, çok kırılgan ve hassas bu anımızı diğer insanlara gösterm...

Podden och tillhörande omslagsbild på den här sidan tillhör Podfresh: Tevfik Uyar - Açık Bilim. Innehållet i podden är skapat av Podfresh: Tevfik Uyar - Açık Bilim och inte av, eller tillsammans med, Poddtoppen.